Bu sabah kahvaltımız 08:00’de, fakat ben yine 06:20’de kalktım. 07:30’a kadar çadırda bir sağa bir sola döndüm, sonra kalkıp barınağa indim. Çadır barınak arası 15 metre var yok. Telefonumu, harici bataryaları şarj etmek için prize taktım, kendime bir kahve doldurup dışarıda biraz oturdum. Ekiptekiler birer ikişer gelmeye başladılar, sonra oturduk kahvaltıya. Kahvaltıda bir numara yok, 1 yumurtadan çırpılmış yumurta üzerine ben kaşar ekliyorum, 2 dilim de ekmek, tamamdır. Kahvaltıdan sonra esşyaları toplayıp, harekete hazır hale geldik.
Bugün bu barınağı terk edip 14 km. ilerideki Chileno barınağına geçeceğiz. Chileno’ya tek ulasım yürüyerek ya da atlarla. Atlarla dediğim, atlar insan taşımıyor, sadece erzak taşıyor. Yani akşam yiyeceğimiz yemekler buraya günlük olarak atlarla geliyor. Neyse, ilerleyen satırlarda biraz daha detaylandırırım durumu. Yürüyüşün ilk 1 km.’si tırmanış, sonraki 6 km.’si hafif inişi çıkışlı idi. 7’nci kilometrede 25 metrelik bir bataklıktan, evet bildiğiniz bataklıktan geçtik. Taşlar, tahtalar filan atlaya zıplaya geçtik, benim bir ayak yarım saplandı çamura, gruptaki 4-5 kişi bildiğiniz bileğe kadar girdi… Buna rehberimiz Jorge de dahil. Sonrasında tırmanmaya başladık. İlk 10 km. 400 metre tırmandık, sonraki 4 km. 350 metre daha tırmandık. En sonunda Chileno barınağına vardık.
Aslında bu kalacağımız kamp, Torres del Paine’nin 3 kulesine en yakın kamp. Dağcılar burayı base camp (üs gibi düşünebilirsiniz) olarak kullanıp, sabah erkenden zirve yapmak için yola çıkıyorlar. Tepelerin arasında bir vadiye konuşlanmış, hemen yanından güldür güldür nehir akan minik sevimli ve doğal bir barınak. Tepeden manzarası ise bir harika… Bizim amacımız, kamptan 2 km. ileride 1100 metre civarlarında olan Chileno’ya çıkıp Torres del Paine’nin 3 kulesine birden sahip manzaraya ulaşmak. Barınağa vardığımızda saat 15:30 filan, ama barınaktan zirveye bakıyorum sisli, puslu bulutlu rüzgarlı, yani diyor ki zirve, bugün gelme, gelsen de bulutlardan hiç bir şey göremezsin benim manzarama dair… Eh bizde barınağa geldik bari yerleşelim diyoruz, fakat nedense bizim çadır ortada yok. 1 saatlik bir bekleyişin ardından çadır hazır diyorlar, barınaktan yaklaşık 50 metre uzakta, dik yamacın 20 metre üzerinde bir çadır. Ağaçlar arasına ip germişler, ipe tutuna tutuna tırmanıyorsunuz çadıra.
Sırtta çantalarla geldik çadıra, ulan bu çadır biraz ufak gibi diyorum, sonra göz yanılgısıdır deyip, eşyaları çadıra atıp iniyoruz barınağa. Bari bir duş yapalım diyorum, fakat sıcak su yok, ben hariç herkes sırayla yıkanmaktan yana oy kullanıyor ben pas diyorum. Barınakta sohbet muhabbet filan derken bir baktım, dışarıda bizim taşıyıcılar kendi aralarında top oynuyorlar (taşıyıcılar, bütün bu tip yüksek zirveli tepelerde, arabanın vb.nin olmadığı turlarda ekibin fazla eşyalarını taşıyan arkadaşlar. Genellikle yörenin çocukları ve lastik gibiler. Sırtında 30 kilo yükle bizim 7 saatte gittiğimiz yolu koşarak 4 saatte gidiyorlar, insan makine karışımı genç kardeşler işte anlayacağınız). Dur ben şunlarla biraz top oynayayım diyerek çorapları eşortmanın içine sokup (evet 25 sene önce onun adı eşortmandı, eşofman değil) ayağımdaki botlara aldırmadan soluğu yanlarında alıyorum. (Çorabı eşortmanın içine sokmak, çamurlu sahalarda oynayan eskilerin çok iyi bildiği bir detaydır, eşortman paçaları bu şekilde çamur olmaz ama çorap mefta olurdu). Diğer çocukların işi olduğu icin gidince biz Manuel ile başlıyoruz karşılıklı top oynamaya. Walter Mitty isimli filmi izlediniz mi bilmiyorum, orada Ben Stiller ile Sean Penn, kar leoparı fotosu çekmek için dağlardayken, vadide top oynayan yerel gençlerin arasına katılıp top oynuyorlardı. İşte şu an tam da bu sahne gerçekleşiyor sanki… Filmden kopup gelmiş gibi… Bu sahneyi planlasam böyle olmazdı, muhteşemdi… 15 dakika kadar top oynadık Manuel ile beraber, tipi bana büyük topçu İvan Zamorano’yu hatırlattığı için ona Zamorano diye sesleniyorum, nooooo Alexis Sanchez diye cevap veriyor… Eh işte herkes kendi jenerasyonunun futbolcusuna hayran haliyle…
Sonrasında tekrar barınağa girdim, o arada bizim rehber Jorge banyodan çıkmış, dedim ki soğuk suyla nasıl yıkandın kardeş? Dedi ki yooo su sıcak… Bu barınaklarda sıcak suyu belirli saatler arasında veriyorlar, işte su an saat sıcak su saati, hop hızlıca da bir duş aldım, tertemizim. 19:00’da yemeğe oturduk ve bu kadar gündür barınaklarda yediğimiz en güzel yemeği yedik. Bizim sulu et yemeğini andıran bir çorba, yarma bulgur pilavi gibi bir şeyin üzerine somon ve teriyaki sos, üstüne de Dulce de Lecheli bir tatlı (Dulce de Leche Arjantin’in meşhur süt reçeli ya da süt karameli, artık Türkiye’de de var tam bizim damak tadına uygun bulursanız kesin deneyin).
Lezzetli akşam yemeğinin ardından brifinge geçtik. Olay şu: Torres del Paine’nin en güzel görüntüsü Chileno zirvesinden, bu görüntünün en güzel olduğu zaman da gündoğuşu ve günbatımı… Gunbatımında orada olmak demek, geri dönüşü zifiri karanlıkta yapmak demek ki, bu ekiple o imkansız, gün doğuşunu yakalamak için de sabah 04:00’te hareket edip karanlıkta gitmek gerekiyor ki, bence yine bu ekiple o iş imkansiz. Zaten Jorge hava raporunu getirdi sabah 3-6 arası hava açık gibi ama bu Patagonya’da 1 saatte herşey değişiyor, gruptakiler sabahın 4’nde kalkıp gitmek istemiyor, Cem’le ben ise çok istekliyiz ama rehberler de pek olumlu konuşmuyor hava ile ilgili. (Yine de benim şahsi fikrim, eğer sabah gündoğumuna orada olursak fiıstık gibi hava olacak ve herşeyi cillop gibi izleyebileceğiz, ama bizim rehber biraz yan çiziyor, biz de pek ses etmiyoruz). Brifingden çıkan karar sabah 07:00 kahvaltı, 08:00 hareket.
Neyse efem barınakta biraz daha takılıp çadırımıza yollanıyoruz, ipe tutuna tutuna tırmandığımız çadırımıza geldik, fakat bu çadır hakikaten ufak, tek kişilik çadırda ikimiz yatacağız belli, bu çadır işinde geldiğimizde bir aksaklık vardı, ama bu saatten sonra yapacak bir şey yok… Cem’le çadıra bir şekilde sığdık, aslında tek kişilik de diyemem çadıra, çift kişilik de diyemem böyle bir ara boy… Şilte uyku tulumu herşey tamam, eşyalar filan yerleştik, yavaştan uyku moduna geçiyoruz.
Cem uyudu bile, ben ise yazımı yazıyorum. Eğer buralarda dağ puması varsa (ki bu coğrafyada bolca var, ki umarım yoktur) ilk yiyeceği biz oluruz, çünkü ormanın ilk girişindeki çadır biziz, hayvan kampa gelirse ilk bizimle karşılaşır Allah korusun tabi Neyse şu an yazımı yazarken yine internet yok (bu dağlardan dolayı internet neredeyse imkansız buralarda), eğer bu yazıyı yarın internet bulup da yükleyebilirsem o zaman pumasız bir gece geçirdik demektir, haydi hayırlısı
25.02.2018 / saat 22:29
Guler Bahar
Kasım 2018
Arda seni meslek hayatinla tanidim. Ve basarili istikrarli buluyorum. Gunlugunu okurken gitmis kadar oldum. 17 ve 21 yasinda iki tane kizim var. Televizyonda senin programin baslayinca annemin arkadasi cikti diyorlar. Basarilarinin devamini beklerim. Seni yetistiren ailenin ellerinden opuyorum.Takipteyiz, yolun acik olsun.
Sule
Şubat 2018
Dağ puması sizi ziyaret etmemiş akşam, çok sevindim. Keşke çıkış ta yapabilseydiniz. Daha başka güzel manzara fotoğraflarını göremedik.