Gün 15 Torres del Paine

Gün 15 Torres del Paine

  • 0

Bir önceki çadırda geçirdiğim gece kötü demiştim ya, haksızlık etmişim çünkü 1,5 kişilik çadırımızdaki gece bir öncekiyle kıyaslanamayacak kadar rahatsızdı. Alan dar, sağa sola dönemiyorsun, dışarısı zifiri karanlık ve yokuş, bir çıkıp hava alayım diyemiyorsun, altındaki şilte şişme ince şilte, sürekli oynuyor… Neyse Allah’tan puma yemedi bizi gece, sabah kalkıp çadırın kapısından seslendim kendisine, baktım yok, çıktım dışarı.
Gün 15 Torres del Paine

Neyse efendim kahvaltıydı, toparlanmaydı filan direk koyulduk yola. 4 km. yokuş çıkacağız ama yokuş da iyi yokuş. Sadece 4 km. icinde 400 rakımdan 875 rakıma tırmanıyoruz. Adımı attık ormana daldık başladık tırmanmaya. Ormanda 6 dik yokuş var, biri bitiyor ha düzlendi derken diğeri başlıyor. Bu şekilde orman çıkışına kadar geldik. Ekip zaten yine ilk rampada dağıldı, biz Cem’le klasik ön grubuz. Ormandan çıkınca yokuş bitmiyor, bu sefer kayalıklar başlıyor, hele ki son bölüm bayağı dik, bazı bölümlerde elleri kullanmadan çıkmak imkansız gibi. Zirveye kadar üzerimde tshirtle çıktım ve hep 3 tepenin 3’ü de sisten arınmış, bulutsuz, açık olacak inancım vardı. Havada yağmur yok, rüzgar var ama güneş de yok hep kapalı bugün.
Gün 15 Torres del Paine

Zirveye varınca Torres del Paine’ye adını veren meşhur 3 tepesi ve önündeki muhteşem gölü karşımızda… Fakat zirveler bulutlu. İlk heyecanla oradan buraya zıplayıp sanki bulutlardan kurtulabilirmişcesine en güzel açıyı yakalamaya çalışsak da, 1 dakika içinde anladık ki, zirveler görünmüyor. Bu 3 tepenin şöyle bir özelliği var. Buraya çıkarsanız üçünü birden görebiliyorsunuz, ancak bu nokta hariç hiç bir yerden üçünü birden göremiyorsunuz. Biz çıktık yine göremiyoruz, çünkü maalesef bulutlar zirveyi ele geçirmis. Cem fotoğraf çekiyor, adamın hobisi, kayadan kayaya atlıyor, aşağı iniyor, yukarı çıkıyor filan, ben ise göle en yakın kayalardan birinin üzerine çıkıp, David Bowie “Space oddity”i dinlemeye başlıyorum telefondan… Anda kalmak deyişini çok severim, anı yaşamak, onu içselleştirmek, yıllar sonra bile o ana geri dönebilmek. İşte benim anda kaldığım an, bu an… Torres del Paine’ye bakıyorum, etrafta kimse yok, fonda David Bowie söylüyor, tüylerim diken diken…
Gün 15 Torres del Paine

Bu anı hayatım boyunca unutmayacağım ve ne zaman bir yerde “space oddity” çalsa, direk bu ana gideceğim. Çok değer verdiğim anlara mutlaka bir nazar boncuğu takarım ve bu nazar boncuğu, ya bir yemek olur, ya da bir şarkı… Bu sefer ki bir şarkı oldu. (2000 senesinde sevgili dostum Kerim Goknel’le de buna benzer bir an yaşamıştık. Galatasaray – Real Madrid süper kupa finali için Cannes Monaco arası, üstü açık Renault Europa bir araba kiralamıştık. Akşam üstü güneş batarken sol tarafımız dağ, sağ tarafımız deniz ve uçurum, güneş turuncunun tatlı bir tonundayken de fonda Michael Franks vardı ve Antonios songu söylüyordu. O an kendimi çok iyi hissetmiştim, sanki bir filmin efsanevi bir planında gibiydim, yol bomboş, orta hızda boş yolda ufukta batan guneş ve sonsuz bir manzara. Ne zaman bu şarkıyı bir yerde duysam yine o ana gidiyorum, işte benim için anda kalmak bu…). Uzun uzun baktım Torres del Paine’ye sonra başka bir kayaya oturdum, izledim, inceledim hayranlıkla. Allah nasıl böyle güzellikler yaratıyor, ve biz beşerler doğa karşısında ne kadar küçüğüz, her şeyi manipule edebileceğimizi düşünüyoruz ama doğa karşısında aciziz diye geçirdim içimden. Sonra esen rüzgara daha fazla dayanamayarak biraz daha gerilere doğru geldim. Büyük bir kayanın kovuğunda ekiple beraber sandviçlerimizi yedik, yine dünyanın en güzel sandviçiydi, o ortam, o yoğunlukla içinde ne olup olmadığı hiç önemli değil.
Gün 15 Torres del Paine

Rehberimiz Jorge, hepimize birer küçük kasede çay ikram etti. Hava soğuk şekerli hazırladım dedi. 2003’teki askerlik yılımdan beri hayatımda hiç şekerli çay içmedim, bu içtiğim askerdekilerden bile çok daha şekerliydi, ama güzeldi. Artık dönüş saati geldiğinde, biz Jorge’ye biraz daha kalmak istediğimizi söyledik, O da ekibi indirmek zorunda olduğunu, ama 1 saat bizi asağıda bekleyeceğini söyledi. Cem’le beraber 1 saat bulutların dağılmasını bekledik ama nafile. Dağlara efelik, doğaya şart koşmak olmuyor, olmayınca olmuyor, biz de tıpış tıpış inmeye başladık aşağıya, grup yavaş indiğinden Chileno kampına gelemeden yolda yakaladık onları. Bu seyahatte en büyük zevkimiz imkan buldukça yorulan ayakları buz gibi dağdan gelen nehir suyuna sokmak. Chileno’ya yakın bir yerde hemen yine sallama çay gibi daldırdık ayakları nehrin içine. Bu sefer bize Avustralyalı Suzie ve rehberimiz Juliana da katıldı. Kısa bir ayak yenilenmesinden sonra, yola çıkıp Chileno kampına vardık, oradan da bu akşam konaklayacağımız kampa doğru yola çıktık.
Gün 15 Torres del Paine

Günün baslangıcı yokuşlu, bitişi ise inişli oldu. 18 km. yürüdük, 850 metre tırmandık ve bu tırmanışın tamamını ilk 8 kilometrede yaptık, sonraki 10 km. hep yokuş aşağı idi ve dizlerimi çok ağrıttı. Yokuştan inerken 2 gaucho (buraların kovboyu) ve 2 erzak yükü at, yukarı doğru Chileno kampına erzak götürüyordu. Chileno’ya erzak sadece atlarla gidiyor bayağı dağ başı çünkü. Kampa gelirken son bir nehir ayak sokma aksiyonu daha yaptık ve yürümeye devam ettik. Bu sırada ilginç bir şey oldu, sağ tarafta aaaa bir baktık bir Guanaco, hem de 150 metre uzağımızda bize doğru yürüyor. Vay be filan derken hayvan başladı bize doğru yürümeye, 120 – 100 – 75 – 50 – 20 derken 10 metre önümüzden yavaşça süzülerek geçip bir çırpıda aşırı dik bir yokuşu 4 çeker tırmandı gitti. Bayağı şok bir an, yabani bir hayvan böyle bizi hiç sallamadan geldi, yürüdü, gazladı gitti, ulan dedim acaba puma???? Yok ya puma filan yok korkmayın.
Gün 15 Torres del Paine

Yolda Jorge ile sohbet ettik 7 yıllık rehberlik kariyeri boyunca 5 kere pumayla karşılaşmış. “Çoğu uzaktan ama bir keresinde 10 metre yakına burnunun dibine kadar gelmiş hayvan. Birden köşeden çıktı, o ana kadar hiç ses duymadım, çok sessizdi ve ben o ana kadar hiç farketmedim, ben duruyordum o köşeden çıktı baktı yürüdü devam etti” dedi. Hadi len dedim kesin atıyor ama sonra detaylarıyla anlattı. Bayağı tırsmış çocuk, boru değil yani puma, saldırdı bittin… Bunca yıldır pumalar insanlara hiç saldırmamış, onlar için doğal floralarındaki bir besin değiliz biz insan olarak, onlar tavşan olsun (ki burada çok var) guanaco olsun, balık olsun, onları besin olarak görüyorlar, insan kokusu alınca zaten uzaklaşıyorlarmış. Yıllardır sadece bir kez insana saldırmış, o da balık avlayan bir adam, yakaldığı balıkları sırtında çantaya koyuyormuş, su kenarına su içmeye gelen puma balıklarla beraber adamı da öldürmüş. Neyse efem, bu national geographic bilgilerini bir kenara bırakırsak guanaco geçmesi ilginç bir andı benim için.
Gün 15 Torres del Paine

Sonrasında kampa geldik. Burası bölgenin en büyük barınağı ve araba ile de ulaşım var. Zaten günlerdir ilk defa araba gördük, şaşkınlık içindeyim. Herkes ranzalı ortak kullanım odalarına yerleşiyor, biz Cem’le direk bahçeye oturup, Torres del Paine manzarasına bakıyoruz ve isyan ediyoruz çünkü akşam üstü oldu, taaaaa oradan buraya 5 saat yürüdük geldik ve şu an zirvede hiç bulut yok. Ulan bu ne şanssızlık diyerek birbirimizi bayağı dolduruşa getirdik ama elden bir şey gelmedi. En azından 3 tepenin ikisi gözüküyor buradan da, üçü birden gözükmüyor filan… Neyse… Sonra akşam yemeğimizi yedik ekiple, dün ile kıyaslarsak aşırı vasat bir yemekti, hiç anlatmayayım. Akşamüstü rehberimiz Juliana’ya dedim Mart’ın ilk haftası Cem’in doğum günü, 40 yaşına basacak ona minik bir pasta filan mum üfletelim. Sağ olsun buradaki mutfak ekibindekiler hiç birşey ayarlayamadılar, kız da kantinden çikolatalı bisküvi almış, ona mum koyup üfletmeye karar verdik. Ulan pasta ne zaman gelir, yemek biter hooop kutlama pasta filan. Bu dangalaklar ana yemeği servis ederken, evet masaya eti koyarken, hepii bortdeeey tu yuuuu diye geldiler. Ulan kime sordunuz bak getiriyoruz, getiriceğiz filan??? Kimseye… Hadi kimseye sormadın masaya et pilav koyarken mum üfletmek ne???? Düpedüz dangalaklar, Cem bile ne olduğunu anlamadı çocuk, bir yanlışlık mı var benim doğum günüm değil bugün filan dedi, yani anlayacağınız dün yaptığım planın ta ortasına etti buradaki beceriksiz servis ekibi. Neyse işte bu da akşamın olayı oldu, hep beraber aramızda konuştuk ne beceriksizler ne kabiliyetsizler filan diye… Sonrasında biz kendi kalacağımız barınağa geçtik, fakat barınağa yürüken Torres del Paine, bize ikinci golünü attı çünkü gün batımında zirve bildiğiniz kıpkırmızı olmuştu… Ahh orada olmalıydık, ah ulan olmalıydık diye diye kendimizi yiyecekken birden hopppp 2 dakika bile sürmeden yine bir bulut geldi, ne kırmızı kaldı ne zirve… Bu Patagonya’nin başka nesine güvenilmez bilemiyorum ama havasına hiç güven olmuyor, aynı günde 4 mevsim yaşamak mümkün, test edildi onaylandı.

Ranzalı odamızı 28 yaşındaki 2 Hollandalı arkadaşla paylaşıyoruz, yarın sabah Torres del Paine’ye cıkacaklarmış, umarım şansları bol olur da hava açık olur… Şu an odada herkes uyumakta, şimdilik horlayan yok, ben de artık yavaştan uykuya geçiyorum, yarın El Calafate’ye dönüyoruz, sonra da hazırlanıp İstanbul’a dönüş başlayacak… En güzel masal bile bir yerde bitiyor öyle degil mi?

26.02.2018 / saat 22:55

Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine
Gün 15 Torres del Paine

Ardanın Mutfağı Haftanın Tarifleri
yorumlarYorumlar