5aralik_2

Vietnam’dan Kamboçya’ya bisiklet turu notları // 1. gün

  • 0

10 saati aşkın bir uçak yolculuğunda sonra Bangkok’a geldik. Hemen hemen hiç beklemeden Ho Chi Minh city aktarmasına bağlanıp Lufthansa uçağına geçtik. THY ‘de yediğimiz yemekler Lufthansa’nın yemeklerine 5 basar. Lufthansa ucusu kısa 1 saatlik nasıl kıyasladın derseniz mönülere baktım derim, muhtemelen uçağın boş bacagını doldurmak için 1 ara uçuş koymuşlar ful çakılı gidiyordu uçak.

Vietnama ayak basar basmaz otele yerleşip ilk akşam klasik keşif yürüyüşlerimizden birini yapmak adına kendimizi sokağa attık. Bu keşif yürüyüşlerime kimse inanmasa da ( ve hatta nereye gitsen hep yürüyorsun diye makara yapılsa da) biz yine de yaptık. Sokaklarda ilk göze çarpan karmaşa, komplike trafik, egzos gazı ve ucuz motorsikletlerle üstünüze gelen bir güruh… Trafikteki motorlar adeta gerilla; her yönden farklı süratte ve her an cart diye farklı bir yöne dönebilen , akışı her an umulmaz bir şekilde değiştiren sürücüler topluluğu. Sağdan giderken bir anda tam sola kıran mı istersiniz, 90 derecelik dönüşle trafiği dikleme kesen mi istersiniz … hepsi var, çok ekabir bir sürüş tekniği var buradaki arkadaşların, herkes korna çalıyor ama bağıran çağıran yok, biplerle haberleşiyorlar sanki , bip kenara çekil, bip tamam sen sagdan gec, bip oraya bip buraya. Kafa kazan oldu 2 saatte. Biz bu trafikteki motorlu arkadaşlara Ho chi minh city’nin eski adı olması ve Star wars’ taki uzay gemisinden çıkan avcı gemilerine benzemesi sebebiyle Saylon’lular adını verdik. Aynen filmdeki gibi birden cıkıyor ve üstünüze hücum ediyorlar , neyseki oryantasyonumuz kısa sürecek özellikle benimkisi… Karmaşaya alışık olmanın verdiği bir doğal tecrübe, ne de olsa İstanbul trafiğinde yaşıyoruz. Pek kıyas kabul etmez ama olayı çözmek adına alt yapımız sağlam. 1 numaralı kural tereddüt etmeyeceksin, ilk adımı atan yolu alır; bu bağlamda korkmadan üstlerine gittim ve evet akıntıya karşı karşı kaldırıma geçebildim. Cem bu konuda daha konservatif takılıyor, bekliyor :)

Sokaklar tam bir cümbüş, her yer yemek dolu. 2 plastik sandalye bir minik masa koyan her yer restaurant adeta. Teyzeler başrolde, tezgahçı teyzeler işi kurmuş götürüyorlar adeta. Ne olduğunu anlayamadığımız sosis ve soğuk et tezgahları hemen hemen her köşe başında, kuru kalamar ızgaralayanından, meyvecisine, balıkçısından buzlu şuruplu meyve suyu satıcılarına kadar her 5 metrede 1 yemek satan bir ünite mevcut. Buradaki bu yemek satış operasyonu bizdeki hiç bir şeye benzemiyor, bizde kimse böyle bir yerde yemek yemez. Masa yok, büfe yok, tezgah yok, 2 plastik sırtlıksız sandalye ile bir ters çevrilmiş 10 kg’lık plastik kap yeter. Yer yer paslanmazdan yapılmış tezgahımsı üniteler var , hah tamam diyorsunuz da içindekilerin ne olduğunu anlamaya imkan yok. Sokaklardaki restaurant gibi yerler bahsettiğimiz bu sokak tezgahlarından hallice, ama derseniz ki yahu yok mu eli yüzü düzgün lokantalar ? tabi ki var ama esas amaç lokal halkın yediğini yemek, onlar gibi gezip onlar gibi yaşamak… bence bir şehri anlamanın en temel gereklerinden birisi bu… Hasbelkader bir lokantaya dalıyoruz uzun bir yürüyüşün ardından. İnce uzun bir tezgah var başkada bir şey yok, 20 kişi oturur maksimum.

Cem ile oturuyoruz karşılıklı, tezgahın ortasındaki metal parçayı kaldırdı eleman kıvrak bir hamle ile, içi tuğlalı bir çukur, bana üniversite yıllarında Hadımköyde gittiğimiz fındık kabuğunda yakılan kömür ateşindeki mangal lokantasını hatırlattı. Yemek olarak et, karides, yengeçli spring roll gibi beginner seviyede bir sipariş verdik. Önden içi kor kömürlü seramik bir kap ve üstünde mini bir ızgara geldi. Herşey tam tahmin ettiğimiz gibi gidiyor. Etler sığır eti, zencefilli soyalı soğanla marine edilmiş , aynı sos yanında da servis ediliyor, ayrıca bunlara ilaveten bamyaya benzeyen tadı hiç de fena olmayan bir kalın saplı sebze geldi onu da attık ızgaraya ; oldu mu valla baya da oldu… Fakat bir acayiplik var hadi et, sebze filan tamam da bu makas ne? Sokakta az evvel gördüğüm manzaraya flashback yapıp, tezgahçı teyzelerin bu makasla etleri pişirdikten sonra kestikleri enstantane geliyor aklıma; açıkçası pratik bir çözüm :) Neyse etimizi pişirdik makasımızla kestik, marinasyon şahane etler yıkılıyordu, üstüne karides ve springroll da gayet iyi gitti, bu ekibe bir de soğuk buzdan çıkarttıkları Saygon birası eşlik edince işte olayımız budur dedik… Ödediğimiz para ise gerçekten çok komik, 250 dong yani 12 dolar, 2 kişi 3 porsiyon yemek 2 bira 12 dolar… Sevdim bu memleketi …

 

Otele dönerken her 15 metrede 1 masajcı var, en temiz ve düzgün gözükenine girdik. El, yüz, sırt, sıcak taş, ayak masajından oluşan Khmer therapy paketini aldık. En pahalısıydı seçtiğimiz 11 dolar . Yani inanmakta zorlanıyorum bu fiyatlara. Zest spa aslansın, hem kaliteli hem hesaplı. Salon ful dolu zaten bütün ahali masaj yaptırıyor. Geleneksel kültürlerinde var bu masaj sevdası. Biz sırada beklemek istemediğimiz için illa masöz olmada olur dedik. Erkeklerin daha kuvvetli olacağını hesap etmeliydik oysaki. Fakat aslanlar saniye durmadan canavar bir masaj yaptılar. 2 günlük yorgunluk, sıcak taşları sırtıma dizdiği an bitse de , dizleriyle sırtıma çıkıp , arkasından ters köprü halinde beni havaya kaldırınca noluyoruz yahu demedim de değil hani. Masaj sonrası otele yürümek 25 metre olmasa, Zest spa’nın önünde uyurduk muhtemelen. Zaten gece 12 de öyle bir masajın üstüne yatınca da ertesi sabah 11 ‘e kadar uyumamak da kaçınılmazdı…

Ardanın Mutfağı Haftanın Tarifleri
yorumlarYorumlar