Siem Reap ‘teki Ve Angkor Wat ‘taki ilk günümüz. Rehberimiz Hımm cok akıllı bir adam . İşinide iyi biliyor. Ayrıca oldukça ilginç bir detay var kendisi ile ilgili. 2yıllık evliymiş 31 yaşında , ve cocuk yapmak yerine evlat edinmiş. Nerden örgendin derseniz sohbet ede ede konu bu noktalara geldi diyecegim. Ülkede bu kızıl khmer olayından sonraki büyük bir nufus kıyımı yaşanmış . Ülke nufusunun %60’ı 18 yaşından genc. Cok sefil ve zor durumda olan cocuk var ve Hım da bir evlat edinmiş 2 yaşında bir kızı varmış. Bu kapa parantez sonrası Hım ‘ın neden akıllı oldugunu soyle ozelteyeyim. Angkor Wat o kadar büyük bir yer ki her tapınaga girip 3 saat gecirrisen 1 haftada bitmez… Yaklaşık 15 km * 17 km ‘lik bir alana kurulu. O yuzden hepimizi 2 serli tuk tuklara bindirip once araclar ile butun tapınagı önünden gecerek gezdirdi. Şöyle söyleyeyim hepsini araçlarla gezmek ve dısarıdan bakmak yarım gün sürdü. Böylece yarın kimse ay burada niye bu kadar az kaldık burada niye burada bu kadarr cok kaldık demeyecek. Burası inanılmaz bir yer MS 9ncu yüzyılda kurulmuş, khmerlerin başkenti. Burada onlarca tapınak var ve 5 tanesi cok dikkat cekici.
Avustralyalı Karena bir fikir attı ortaya bizde ok dedik. Fikir şu : Günün geri kalanını free gecirecegimize bisikletlerle floating island denilen bir bolge varmıs 40 km otede oraya gidelim hem görmüş oluruz hem bisiklet surmus oluruz. Mantıklı geldi de flaoting island nedir . Hımm mutlaka gorelim orayı dedi; Öğle yemeğimizi Cem ile gruptan ayrılıp otel yerine güzel bir asya rest.da yedik. Klasik bir koloni yapsıs ı bir villada sevimli bir rest. idi. Mönüde tropik meyvelerden hazırlanan birer nefis kokteyl ve fish amok vardı. Sıradışı olan ise günlerdir hasretle yanıp tutuştuğumuz yeşil salata burada rastlamış olmamız. Niçoise salataya mideye indirmek bu kadr çabuk olmalımıydı diye düşünüyorum. Hemen öğle yemeğini takiben bisiklet kıyafetlerimize bürünüp yola çıktık. Gidiş yolumuz alışıldık asfalt, ana yol ya da toprak yol değil, Siem Reap’in getto bölgesiydi. O kadar ilginç yerlerden geçtik ki, etrafa bakmaktan önüme hiç bakmadım, yol berbat derecede bozuk cukurlu toprak taşlar tam mountain bike yolu , buna ilaveten geçtiğimiz sokaklar, havadaki ne olduğunu anlayamadığımız kokular, etrafta koşuşan tavuklar, , çamurlarda yatan bizonlar, hepsi aynı yerde komün bir hayatın potası içinde eriyorlar. Son derece ilginç bir yoldu açıkçası.
20 K kadar bir sürüşün ardındannehir kenarına vardık, etrafta 100lerce tekne var, hepsi yan yana dizilmişler gelen yolcuları taşıyorlar. Tekne dediğim metruk, kasası toplama gökgürültüsü gibi ses çıkaran motoru olan ama gitmeyen deniz taşıtları, sıradan bir tanesine atladık. Motorumuz şahane , direksiyonu Mitsubishi kamyonetten cıkma… Daha iyi goruntu alabilmek ve etrafta olan biteni daha iyi anlamak için teknenin üzeirne tırmandık, bu tırmanma aktivitelerimiz çocukluktan kalan agaçlara tırmanma , bahçelere dalma yılarlından kalan bir içgüdü sanırım. 15 dakikalık bir yol gittik ve bu noktadan sonra gördüklerime inanamadım.
Kevin Costner’ın Waterworld filmini izleyenler bilirler, orada kara kalmamış denizler üztünde bir hayat vardı. Burası da aynen öyle. Nehir ince uzun bir sazlık oluşturmuş ve insanlarda buraya tekneleri , takaları, salları, altına bidon baglayarak su üstünde tuttukları platformlar ve bilimum yamuk yumuk ekipmanı kullanarak bir mahalle kurmuşlar.Hani öyle kısa da değil yüzlerce metre karşılıklı bir mahalle , şaşkınlıktan çenemi yerlerden topladım ağzım açık kaldı, hepimiz aynı şekilde aptallaşmış vaziyette izledik çevremizde olanları. Çamur gibi suya atlayan çocuklar, balık avlayan insnalar, avladıkları balıkları işleyen teyzeler, ağ ören ablalar, hepis yüzer baraka g,b, yerlerde bir hayat sürüyorlar. Timsah desen var , yılan desen baniyle, her tür böcek haşarat var, zaten o suda daha literatüre girmemiş ne bakteriler vardır düsünmek istemiyorum ama sanki bu insanlar orda doğup yaşadıkları için doğal anti biyotik geliştirmişlercesine rahatlar. Bence timsah yılan filan zaten korkuyordur buradakilerden, onlar bizden daha vahşi yahu diye.
Yılan dedik deik dikkatimi bir cocuk cekti, tencereyi suya atmış , içine girmiş, boynunda bir piton elinde kurek ceke ceke geliyor. Amanın demeye kalmadan 1 dolar sir 1 dolar şeklinde yılanı gösterip şov yapmaya başladı. Burda bu ufaklık gibi 100lercesi hepsinin elinde farklı farklı yılanlar, oyuncak gibi oynuyorlar vallahi. Bu nasıl bir acayip yaşam formu kelimelere sığmaz gerçekten. İnsanoğlu heryerde olduğu gibi bataklığın efendisi olmuş ,bütün vahşi hayat ve doğa onun hizmetkarı gibi işliyor. Timsahları yakalamışlar, turistlere görsün diye, havuzlarda acayip agresif ne olduğunu bilmediğimiz balıklar, yılanlar, çocuklar…. Hatta ilk gördüğümüz velet aklımı aldı arkamdan dolaşmış yanıme gelip yılanın kafasını gösterdi bana , hoplayarak bir kendime gelmem saniye sürmedi vallahi.
Hayretler içerisinde geri dönüş yolculuğumuz da çalkantılı denizde gerçekleşti. Waterworld filmindeki bir sahne daha gerçekleşti adeta. O filmde bu denizdeki korsanlara dumancılar deniyordu. Bizde burada dumancılara rastladık 17-18 yaşlarında çocuklar cok hızlı giden kıctan takma motorlar ile tekneleri kovalıyor, mesrubat satmaya calsıyorlar. Motordaki kücük bir kız sizin teknenize atlıyor, büyük oglan ona cola’yı fırlatıyor kız tutuyor size veriyor filan biz de böyle noluyor yahu burada diye izliyoruz. Dumancılar tamamdır akrobaside son nokta…
Karaya indiğimizde akşam üstünü zorlayan bir satteyiz. Grupça yola çıktık, amacımız yine geldiğimiz gibi off road gitmek, bu yüzden ana yoldan çıkıyoruz. Daha kırıcı taşlı bir tepelik ola giriyoruz. Burda grubun yarısı asfalta dönmek istiyor. Ancak biz burada gitmekten yanayız. Grubu 2 ye bölüp onların asfalttan gideceği bir rota veriyor Hımm, bize de tüm tatilin en güzel ama en kirli yolu olacağını sonradan anlayacağimiz bir istikamet çiziyor. Akşamüstü güneş kırmızı kırmızı batıyor . 8 kişi kadarız. Toprak koyu kızıl kahverengi, önümde minik bumperlardan geçerek giden bisikletçiler, arkadan bakarken adeta at süren kovboy gibiler tozu dumana katan. Bütün tatil olduğu gibi Cem’e sipariş resim veriyorum, Cem bu karyei mutlaka al cok guzel gozukuyor diye, Cemde olayı kaçırmıyor.
Otele döndüğümüzde hepimizde süper bir sürüş yaşamanın verdiği mutlulukla çocuklar gibiydik. Sadece sürüş değil aynı zamanda üzermizdeki çamur ve toz da aynen bizim çocukluk halimizi destekliyordu. Burada kaldığımız otel cok başarılı. Rehberimiz Hımm’a göre eski otel ama tam Fransız koloni mimarisi. Temiz güzel , hatta daha öncekliere kıyaslarsan 5 altın yıldızlı sekilde lüks. Duş sonrası ver elini sokaklar. İlk istikamet Pub street. Zaten buradaki en işlek mevki. Her yer turist, adeta bodrum barlar sokağı ile Kuşadası akşam turistleri eğlence meydanı gibi. Her yer rest., bar masajcı. Angkor buaraya turist akınının 1 numaralı sebebi. Uzun bir kararsızlıktan sonra CAmbodain BBQ yemeye karar veriyoruz. Değişik bir deneyime hazırız. Timsah, kanguru, sığır, tavuk ve kalamardan oluşan combo siparişimizi verdik J. Önümüze ortası mangak etrafı sıcak su dolu bir hot pot getirdiler. Etleri kendin pişir kendin ye modeli, noodle ve sebzeleri de suda haşla şekli bize cok uygun. Timsah sert ama yenir, digerleri zaten bildiğimiz lezzetler ama kanguruyu cok sevdim .Tuzlu ve lezzetli bir tadı ve hoş bir aroması var.
Yemek sonrası 1 evvelki gittiğimiz masaj salonuna gidiyoruz yine. Burada 1 dolardan 60 dolara kadar masaj yapan salonlar var .Daha turistik olduğu için lüks yerlerde rağbet görüyor. Girdik baktık ambalaj cok iyi ama 6o doalr vermeye gerek yok kanımca. Tombik Avrupalı amcalar ragbet ediyor zaten luks ve şaşa diye. Bize uymaz kendi salonumuza dönüyoruz. O kadar yorulmuşumki masaj sırasında bende kofra attı. Uyuyakalmışım hatta horlamışım bile Ceme göre. Salondan çıkışımız tuk tuka binişimiz odaya gelip yatışımız bende muallak. Resmen ayakta uyuyorum. Zaten odaya gelip direk bayıldım saniye sürmeden . Bakalım yarına karar verdik cok daha ilginc bir gün olacak…